Latince adı ‘Rubus caesius’ olan Böğürtlen, gülgiller familyasındandır. Anavatanı Orta Güney ve Batı Avrupa’dır. Ülkemizde Karadeniz, Akdeniz, Ege ve Marmara bölgelerinde yetişir. Ahududu ve çilekle yakın akrabadır. 100’e yakın türünü birbirinden ayırt etmek çok güçtür. Gövdeleri ve dalları dört köşeli çokyıllık bir dikenli bitkidir.
Haziran ve Temmuz aylarında beyaz, pembe ya da kırmızı renkte şemsiyemsi salkımlar halinde çiçekler açar. Görünümü kadar tadıyla da harika lezzette meyveler verir. Mevsiminde Pazar tezgâhlarını süsleyen böğürtlen her türlü kek, tatlı, pasta ve dondurmaya konulabilir. Vitaminler ve mineraller bakımından çok zengin olan meyveleriyle iştah açıcı tatta leziz reçeller yapılabilir.
Bu çok yakından tanıyıp bildiğimiz bitkinin kökleri asırlardır çeşitli kültürler tarafından şifa amaçlı da kullanılmıştır. Antik Roma döneminin en önemli hekimlerinden biri olan Galenus, böğürtlen kökünü böbreklerdeki taşı eritmek için kullanmıştır. Eski Roma döneminde yaşamış olan ünlü botanikçi Dioskorides’in yazdığı Materia Medica adlı eserinde böğürtlen kökünün faydalarından bahsedilmektedir. Çeşitli kültürlerde tütsüsünün kötü ruhları uzaklaştırdığına inanılmıştır.
Böğürtlen kökü bitkisinden; böğürtlen kökü çayı, böğürtlen kökü yağı, böğürtlen kökü ekstraktı ve ekstresi üretilir. Ayrıca içeriğindeki vitaminlerin, minerallerin zenginliğiyle çok çeşitli ilaçların muhteviyatına girmiştir.
Halk arasında böğürtlen kökü çayı içmenin vücudu kuvvetlendirmeye, idrar söktürmeye, öksürüğü kesmeye, ayaklardaki şişlikleri geçirmeye, yüksek tansiyonu düşürmeye, ağrıları dindirmeye ve şeker hastalığına iyi geldiğine inanılır.[1] Tedavi amaçlı kullanımında mutlaka bir uzmana danışılmalıdır.
Uygun şartlarda kurutulan böğürtlen yaprağı, ağzı kapalı bir kapta, loş, serin ve kuru bir ortamda saklanıldığında ömrü 1 yıldır.